Hamile senaristler ve filmleri serimizin ikincisine hoş geldiniz. Geçen yazıda, Rachel Getting Married’in senaristi Jenny Lumet’nin ilk senaryosunu oğluna hamileyken yazmaya başladığından bahsetmiştim. Bu kez de senarist Vendela Vida ve hamileyken yazmaya başladığı “Away We Go” üzerine yazacağım. Senaristi hamileyken yazılan filmleri arka arkaya sıralayarak hamilelik ve yaratıcılık arasında bir bağ olduğunu ispatlamaya mı çalışıyorum, bilmiyorum. Ama şimdilik bu deneyi evde denemeyeceğim. Merak etme anne, evlenmeden çocuk doğurmayacağım.
“Away We Go” (Uzaklara Gidelim) çocuk sahibi olacaklarını öğrenince, onu büyütmek için uygun bir yer aramaya başlayan Burt ve Verona adlarındaki genç bir çiftin Amerika’yı dolaşmalarının hikayesi. Filmin merkezinde “Şu an bu dünyaya çocuk getirmek mantıklı mı?”, “Bu şartlarda bir çocuk nasıl büyütülmeli?” soruları var. Çift, bu sorunun cevabını farklı şehirlerdeki halihazırda çocuk sahibi arkadaş ve akrabalarını ziyaret edip onların bu işi nasıl kıvırdığına bakarak bulmaya çalışıyor.
Filmin senaryosu, ikisi de yazar olan Vendela Vida ve Dave Eggers çifti tarafından yazıldı. Away We Go, San Francisco’da yaşayan çiftin beraber yazdıkları ilk uzun metrajlı film senaryosu. Dave Eggers ismini, yazarın Siren Yayınları’ndan çıkan “Müthiş Dahiden Hazin bir Eser” kitabından hatırlayabilirsiniz. Vendela Vida’nın ise henüz Türkçeye çevrilmiş kitabı yok. Ancak öyle sanıyorum Türk okuyucusu onu önümüzdeki Haziran ayının sonunda Ecco tarafından yayınlanacak olan romanı “The Lovers”ın Türkçeye çevrilmesiyle tanıyacak. Çünkü roman Türkiye’de geçiyor. Kitap, kırksekiz yaşında iki çocuklu Yvonne’nun eşini kaybettikten sonra, balayını geçirdikleri Datça’ya gelip eşinin anısıyla yüzleşmesi üzerine.
Roman yazarı Vendela Vida, 2005 yılında ilk çocuğuna hamile kaldığında, hayatı hamile bir kadının gözünden görmenin eşsiz bir deneyim olduğunu düşündü. Sokakta hiç tanımadığı insanların gelip ona kendi hamilelik deneyimlerini anlatmalarını, tavsiye vermelerini önceleri epey garipsedi. Markette “Gülmüyorsun, bu çocuğu olumsuz etkiler.” diye onu uyaran yaşlı kadınla ilgili ne düşüneceğini bilemedi. O da, hamile bir kadın olarak günlük hayatta karşılaştıklarını not etmeye başladı. O an için, bu notların nereye gidebileceği konusunda bir fikri yoktu. Ama hamilelik, kocası Dave’le ikisinin arasında eğlence konusuydu. Evde devamlı bunun üzerine konuşuyor, kitap okuyor ve okudukları üzerine şakalaşıyorlardı. Sık sık “Bir filmde şöyle bir sahne olsa, çok komik olur.” demeye başlamışlardı.
San Francisco’da küçük bir yayınevinin de sahibi olan çift, Vida’nın hamileliği nedeniyle evde birlikte daha çok zaman geçiriyorlardı. Bir gün bilgisayarın başına ikisi beraber oturup komik olduğunu düşündükleri sahneleri sıralamaya giriştiler. Evin iki ayrı odasına kapanıp kendi romanlarını yazmaya alışkın olan çift, beraber yazmanın düşündüklerinden daha eğlenceli olduğunu fark ettiler ve yazmaya devam ettiler. Anekdotlar birleşti, hikayeler oluşmaya başladı. Burt, Verona ve filmin diğer eksantrik karakterleri şekillendiler, konuşmaya başladılar; diyaloglar ortaya çıktı.
Çocuk bekleyen Vida-Eggers çifti, kendilerini yine böyle bir çift üzerine senaryo yazarken buldular. Bunun bir kurmaca olduğunu sık sık kendilerine hatırlatma ihtiyacı duydular. Verona ve Burt karakterlerini kendilerinden farklı olarak, daha genç ve henüz hayatla ne yapacaklarını tam olarak bilmeyen, ama birbirini seven bir çift olarak yarattılar. Ancak yine de onların gerçek hayattaki endişelerini yansıtan, Amerika’nın içinde bulunduğu politik durumdan duydukları rahatsızlık, filmin merkezine oturdu: “Akıl almaz çılgınlıkların yaşandığı bu dünyada, aklı başında bir şekilde çocuk yetiştirmek mümkün mü?”
Senaryoyu yazdıkları 2005 yılında Vida-Eggers çifti, Irak Savaşı’nın devam ediyor olması ve Bush yönetiminin diğer icraatları nedeniyle, endişeli ve karamsarlardı. Bu, senaryoya da yansıdı. Senaryonun ilk haline göre, film boyunca Amerika’yı turlayan Verona ve Burt çifti, sonunda kendilerini Amerika’nın hiçbir yerinde güvende hissetmediklerine karar veriyor ve milli bir ordusu bulunmayan Kosta Rika’da çocuklarını büyütmek istediklerini düşünerek oraya taşınıyorlardı.
Yazdıkları senaryoyu Los Angeles’ta film endüstrisinde olan bir arkadaşlarına yolladılar. Senaryonun Hollywood’da nasıl karşılanacağı konusunda tam olarak bir fikirleri yoktu. Sadece şanslarını denemek istemişlerdi. Away We Go’nun senaryosunu yazdıkları bir yılın ardından çift, kendi kitaplarını yazmaya geri döndüler. Vida bu arada ilk çocuğunu doğurmuştu.
Bir gün telefon çaldı. Arayan Sam Mendes’ti. Senaryolarını okumuş, beğenmişti ve film yapmak istiyordu. Gönderdikleri senaryo, Hollywood’da dolaşıma girmiş ve bir şekilde Sam Mendes’e kadar gitmişti. Bu gelişme, iki yazarın da beklentilerinin çok üstündeydi. Telefonu kapattıktan sonra IMDB’den Sam Mendes’in filmografisine tekrar bakma ihtiyacı hissettiler. Aynı zamanda İngiltere’de tiyatro oyunları yönetmeye devam eden Oscar ödüllü Sam Mendes, American Beauty, Road to Perdition gibi filmleri yönetmiş, şimdi de onların senaryosunu filme almak istiyordu. Bu inanılmazdı.
Sam Mendes’in yazdıkları senaryoyu çekmek istemesi fikri, kulağa çok hoş geliyordu. Ancak yine de hayatlarının merkezine roman yazmayı koyan çift, temkinli olmakta kararlıydı. Çünkü Hollywood’a elini verip kolunu kaptıran; hiçbir zaman çekilmeyen filmlerin senaryolarını yeniden yeniden yazarak yıllarını kaybetmiş yazarların hikayeleri onların da kulağına gelmişti. Mendes’e senaryoyu tekrar tekrar yazmak istemediklerini açıkça söylediler. Bunun üzerine Mendes de sadece sonunu değiştirmelerini istediğini, bunun da yeniden yazım için onlara vereceği son not olduğunu belirtti. Çift, senaryonun sonunu değiştirmeyi kabul etti. Bu değişikliğin ardından Mendes de sözünü tutarak senaryoda başka bir değişiklik istemedi.
Away We Go, Sam Mendes’in tam o sıralar çekmek istediği şeydi. Mutluluğu arayan çift ve klasik Amerikan aile hayatına eleştirel yaklaşım, Mendes’in hayata bakış açısıyla da örtüşen, diğer filmlerinde de bulunan öğelerdi. Ama ağır dram özelliği taşıyan diğer filmlerinden farklı olarak, bu filmin komedi tonu vardı, daha iyimserdi ve nispeten mutlu bir sonla bitiyordu. Mendes’in diğer filmlerinde arayıp da bulunamayan mutluluğa, Away We Go’da Burt ve Verona çifti erişiyordu.
Mendes, bir önceki filmi Revolutionary Road kurgu aşamasındayken, Away We Go’yu çekti. Verdiği röportajlarda iki filmin arka arkaya gelmesinin kesinlikle tesadüf olmadığını söylüyor. İki film ilk bakışta birbirlerinden çok farklı gibi görünseler de, aslında ikisinin de özünde bir yere ait olma sorununun işlendiğini belirtiyor. Mendes, Revolutionary Road’dan sonra Away We Go’nun iyimser bakış açısının da kendisine iyi geldiğini itiraf ediyor. Üstelik Richard Yates’ın romanından uyarlanan Revolutionary Road’un yapımı esnasında kendisini romanın halihazırdaki hayranlarına karşı sorumlu hissettiğini, özgün bir senaryo olan Away We Go’yu filme alırken daha rahat olduğunu ekliyor.
Away We Go çekilmeye başladığında senaryo yazarları Vendela Vida ve Dave Eggers’ın ikinci çocukları da dünyaya gelmişti ve çift çekimlerin tamamına katılamadı. Ancak filmin bitmiş halinden ve Sam Mendes’le çalışmış olmaktan fazlasıyla memnun kaldılar. Verona ve Burt’un her gittikleri yerde mevsime uygun olmayan giysilerle kalması gibi ayrıntıların bile düşünülmüş olmasına mutlu oldular. Sam Mendes’in seçimi olan, daha önce adını duymadıkları Alexi Murdoch’un yaptığı müziklerin, yazdıkları hikayeyi bu kadar iyi tamamlıyor olmasına şaşırdılar.
Şimdi yeni bir film projelerinin olup olmadığı sorusuna ise hayatlarının merkezinde roman yazmanın olduğunu ve Away We Go projesinin onlar için eğlenceli bir kaçamak olduğunu söylüyorlar. Tabii Away We Go kadar keyifli ve pürüzsüz bir yolculuk olacağını bilseler yeni bir film projesine de açık olabileceklerini eklemeden edemiyorlar.
Kendime not: Hamile olmadan da yaratıcı olabilirsin. Çocuk beklemesen de, dünyayı gönlünce gezebilir, istediğin çıkarımda bulunabilirsin. İçin rahat olsun.
Ezgi Kızmaz